20 Aralık 2014 Cumartesi

Türkiye 9 - Dertliyim rûhuma hicrânımı sardım da yine

Sadeddin Kaynak'ın bana göre en güzel bestesi olan bu eser Segah makamında başlayıp Nihavend makamı ile sonlanıyor. Nihavend kısmı o kadar güzel ki, eşlik etmemek elden değil. Münir Nureddin Selçuk'un ifasını dinleyelim.


Sözleri:
Dertliyim, rûhuma hicrânımı sardım da yine
İnlerim, şimdi uzaklarda kalan gün gibiyim
Gecenin rengini kattım içimin mâtemine
Sönen ümmîd ile günden güne ölgün gibiyim

Bahtımın yıldızı sanmıştım seni
Sensiz karanlıktır her günüm, Leylâ
Ayrılık Mecnûna döndürdü beni
Dertliyim yürekten, üzgünüm Leylâ

Sevdâ yaman bir çile
Çekenler düşer dile
Ayrılık ölüm gibi
Giden gelmiyor Leylâ

Gülüm yaprağım soldu
Gönlüme hazân doldu
Bir ömür harâb oldu
Onu bilmiyor Leylâ

Azerbaycan 8 - Şifa-yı vasl kadrin hecr ile bimar olandan sor

Alim Qasımov'un sesinden Fuzuli'nin yüzyıllar sonra bile değerinden hiçbir şey yitirmemiş gazelini dinleyelim.


Şifa-yı vasl kadrin hecr ile bimar olandan sor
Zülal-i şevk zevkin teşne-i didar olandan sor
Lebin sırrın gelip güftara benden özgeden sorma
Bu pinhan nükteni bir vakıf-ı esrar olandan sor
Göz yaşlıların halin ne bilsin merdüm-i gafil
Kevakib seyrine şeb ta seher bidar olandan sor
Gamından şem' tek yandım sabadan sorma ahvalim
Bu ahvali şeb-i hicran benimle yar olandan sor
Muhabbet lezzetinden bi-haberdir zahid-i gafil
Fuzuli aşk zevkin zevk-i aşkı var olandan sor

vasl: kavuşma
hecr: ayrılık
bimar: hasta
zülal: saf, berrak
leb: dudak
teşne: susamış
didar: yüz, çehre
güftar: söz, kelam
pinhan: gizli, saklı
vakıf-ı esrar: esrarlara vakıf kişi
merdüm-i gafil: gafil insan
kevakib: yıldızlar
şeb: gece
bidar: uyanık, uykusuz
şem: mum
ahval: durum, hal
hicran:ayrılık

Kerkük 6 - Men Seni Seveli (Kerkük Divanı)

Orient Expressions'ın modern yorumuyla Kerkük Divanı


Sözleri:

(Yâr Ey Yâr Ey Gülüm Di Gel)
Men seni seveli nece gün neçe ay neçe ildi (zalım a oğul)
Sen meni aldattın bu sende nece dildi (hayranın olum)
Yanağının dört bir tarafı pembe-i ala güldü
Öpsem öldürürler öpmesem öllem (aman)
Bu nasıl zulüm işti hiç bilmem hara gedim

(Gülüm di gel) Bayramlaşak bugün şanlı bayram günüdü
Her kabahat mende ise ala göz çatma kaş alma yanak
Kaytan dudağ cümlesi sendedi he bes men ne dedim

(Dede gene) Men De Yanam
Aç sinen men dayanam
Kerem aşkınnan yandı kölen olum
Umut ver men de yanam

Yâr dayansın
Sineme yâr dayansın
Men düştüm aşk oduna (kölen olum)
Tutuşsun yâr da yansın

(A Oğul) Can dedim dert kazandım
Bunu buldum fayda men
Gelir katlime ferman
Giderem bu boyda men 

kaynak: http://www.turkuler.com/sozler/turku_Men_Seni_Seveli_Kerkuk_Divani.html

Uygur 6 - Atlanduq


Sözleri:

Soltan bulup han ötken (oldun)
Uyghurum sen jahanda (cihanda),
Alem şahit bolganki,
Sen tarihni yazganda,

Dost digenler atti mush (yumruk),
Ensap (insaf) barmu şeytanda?
Han cemeeti Uygur biz,
Esir atlap mangghanda (asır/zaman geçerken),

Atlanduk biz bugün uluğ büyük ötkende (geçmişte),
Atlansun jenggiwar (cengaver) marşımız bu alemde,
Atlanduk biz bugun uluğ büyük ötkende,
Atlansun jenggiwar marşımız bu alemde,

Erkinlik (özgürlük) meşeli(meşalesi) yansun her yerde,
yansun her yerde,

Soltan bulup han ötken
Uygurum sen jahanda,
Oğuzhanlar kudreti,
Dünyanı bir alganda,

Buğrahanlar şewkiti (şevketi)
Alemge taralghanda (dağıldığında),
Han cemeeti Uygur biz,
Esir atlap mangghanda

Kırım 5 - Kayadan İndim Bugün


kayadan indim bugün
elimde altın güğüm
her gün gördüğüm yari
ne dün gördüm ne bugün

kaya dibi saz olur
gül açılsa yaz olur
ben sana gül diyemem
gülün ömrü az olur

10 Ekim 2014 Cuma

Türkiye 8 - Yağmur Yağdı Bulandı Hava

Ağlar bu mezarlıkta yörükler her gece
Bakıp iri yıldızları davar sanmaktan
Düşünür eski günleri... iskandan önce
Geride kalmanın hüznü yamanmış ya


Muharrem Ertaş çok eski bir Türk geleneğinin günümüzde halen hatırlanıyor olabilmesini sağlayan çok önemli bir kişilik. Yağmur yağdı bulandı hava da bana göre onun en güzel bozlaklarından bir tanesi. Bu bozlağında şöyle bozluyor:

Yağmur yağdı kardaş bulandı hava,
Ezelden kanlıydın sen Çukurova,

İnsan bu dizeleri duyunca ister istemez Yaşar Kemal'in Binboğalar Efsanesi adlı kitabını hatırlıyor, ve yerleşik hayata zorla geçirilen Yörük'ün, Türkmen'in acısını, ağıdını içinde duyuyor.


Sözleri şöyle:
Yağmur yağdı kardaş bulandı hava,
Ezelden kanlıydın sen Çukurova,
Gitti ellerimiz boş kaldı yuva,
Çukurun kilidi beyler nic'oldu?

Dokuz boğumlu da kargının boyu,
Düşmana at sürmek ecdadın soyu,
Binmiş Abidinim varıyom deyi,
Boynu uzun Arap atlar nic'oldu?

Kılıç kabzasında kınalı parmak,
Ne yaman müşkülmüş yardan ayrılmak,
Hepimiz kırılır, yurdumuz vermek,
Silahına güvenenler nic'oldu?

Azerbaycan 7 - Bayatılar (Arzu Selimova)

Azerbaycan'ın büyük bestekarı Cahangir Cahangirov'un Deli Kür adlı sinema filmi için yazdığı Bayatilar adlı eseri, kemança üstadı Arzu Selimova tarafından icra ediliyor.


9 Ekim 2014 Perşembe

Uygur 5 - Altın Beşik

Muammer Sun'un derleyip Türkiye'ye getirdiği naif bir Uygur nahşası. İrfan Gürdal'ın anlattığı kadarıyla rızası olmadan bir Çinli ile evlendirilen bir Uygur kızının yurduna duyduğu hasret üzerine yazılmış bir eser.

Sözleri:
kaldı yurtum, kaldı tahtım
kaldı, menim hür cennetim
yavkolı'da oynavüsken
altın beşik yurtum kaldı

çaçın yolu, kanlar yotu
mehriban'ım, erim kaldı
bir közi yaş, bir közi kan
tuvgan(doğduğum) elim, yurtum kaldı

Oldukça güzel bir enstrümantal çeşitlemesi de Anadolu'dan Asya'ya Bir Nefes albümünde bulunuyor.

Kerkük 5 - Mum Kimin Yanan Kerkük

Kerkük mum gibi yanıp yitti, bizler sadece bakıp hayıflanmak ile yetindik. Yazık ettik.
Ted Orkestrası ve İhsan Ekber'in yorumu ile dinleyelim.


Sözleri:
yıktılar kalamızı
sürdüler balamızı
daha can boğazdayken
çektiler salamızı

ah Kerkük yüz ak Kerkük
her zaman yüz ak Kerkük
ölseydim düşmeseydim
men sennen uzak Kerkük

elinde yâd elinde
öt bülbül yâd elinde
bir diyar mezar olsun
kalmasın yâd elinde

can Kerkük canan Kerkük
her söze kanan Kerkük
kalıpdı yardan uzak
mum kimin yanan Kerkük

Kırım 4 - Altın Yüzük

Güzel bir Kırım Tatar türküsü.


Sözleri:
Altın da yüzük kesilmez
Derdimde artar eksilmez
Günde de yüz bin tanesini görsem
Birisi sana benzemez

Elmas da yüzüğün taşı,
Yandı da yüreğim başı,
Yaktı da beni yandırdı
Şu mallenin bir yaşı

Al mıdır senin yağlığın,
Mor mudur senin yağlığın?
Oynamaysın hiç gülemeysin,
Yok mudur senin sağlığın?

yağlık: mendil
malle: mahalle

8 Eylül 2014 Pazartesi

Türkiye 7 - Makber

Hafız Burhan'ın sesinden Makber.


Her yer karanlık pür-nur o mevki
 Mağrip mi yoksa Makber mi ya Rab
Ya habgah-ı dilber mi ya Rab
Rüya değil bu ayniyle vaki

Kabri çiçekten bir türbe olmuş
Dönmüş o türbe bir haclegahe
Bir haclegahe dönmüşse türben
Aç koynunu aç ma' şukanım ben 

pür-nûr: çok nurlu
magrib: garb, batı
habgâh: yatak
ayniyle vâki: gözle görülmüş
haclegâh: gelin odası.
makber : kabir, mezar

6 Eylül 2014 Cumartesi

Türkiye 6 - Dönence

Oturur bengü taşlara adımızı vururduk
Böyle sert değildi kayalar 


Dönence denilince aklıma bir Barış Manço'nun şarkısı bir de Dilaver Cebeci'nin şiiri gelir. İkisi de birbirinden güzel eserlerdir. Dilaver Cebeci'nin şiirinin sözleri şöyle:

Gökten firuze yağardı hep yollara düşerdik…
..
Hani kısrak memelerinden ufukları sağardık
Esrik dolunaylar öperdi çekik gözlerimizden
Gökten firuze yağardı hep yollara düşerdik
Böyle kirli değildi maviler
Denizler böyle soluksuz…
Topla çadırları apakayım burdan gidelim…

Bir divane kirmene sarardık sonsuz mesafeleri
Alp eren dağlara yaslanırdık korkulardan âzâde
Uçmaktan ırmaklar gelir çimerdik sularında
Önce kubbeler yıkıldı üstümüze
Gökler çökecek birazdan…
Eğerle atları apakayım burdan gidelim.

Sallanır dururdu güneş bir tuğun saçaklarında
Göğçek ormanlarda göğerirdi sevdamız
Oturur bengü taşlara adımızı vururduk
Böyle sert değildi kayalar
Uçurumlar böyle dipsiz…
Giyindir çocukları apakayım burdan gidelim

Bir yaz gecesinde çıkalım samanyoluna
Ata bergüzerı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak…
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim…

Barış Manço'nun Dönence'si ise:


Sözleri:

dün çoktan döndü buralarda
ve ben simsiyah bir gecenin koynunda yapayalnız bekliyorum
duyuyorum, görüyorum bir gün gelecek dönence biliyorum

simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
görüyorum dönence
kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
biliyorum dönence
çatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes
uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor
duyuyorum dönence

simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız
uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
görüyorum dönence
kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
biliyorum dönence
çatlamış dudağımda ne bir ses ne bir nefes
uzaklarda bir yerlerde türküler söyleniyor
duyuyorum dönence

duyuyorum biliyorum görüyorum dönence
dönence gün dönende dönence
bir gün gelecek dönence biliyorum

Dilaver Cebeci'nin Sitare adlı şiiri de bu iki eserin üstüne güzel gider diye düşünüyorum. İsteyenler bu bağlantıyı takip ederek şiire ulaşabilirler: http://www.antoloji.com/sitare-siiri/

Azerbaycan 6 - Yalquzaq (Canavar Ovu)

Onun da qisməti budu;
Azadlığın tənhalığı.

Ramiz Rövşen'in yalquzaq (yalnız kurt/canavar) üzerine yazdığı destanın bir kısmı Şemistan Elizamanlı tarafından söylenmiş.


Sebat edip eseri sonuna kadar okumak lazım. Sözleri şöyle:

Meşələrdən üzü bəri
     nə yüyürür bu yalquzaq?
Görən kimi deyib gəlir?
     Səndən uzaq!..
           Məndən uzaq!..

Göyə üz tutub ulayır,
Ay qorxudan çıxa bilmir.
Ulduzlar diksinir göydə,
Gözlərinə baxa bilmir.

Onu kim saxlar yolundan?
Yerin göyün yiyəsidi.
Dəstəyi Allah əlində
Bir bıçağın tiyəsidi.

Nə yarı var, nə yoldaşı,
Görən-görən uzaq qaçır.
Dünyanın bəyi-bayquşu
Bir tənha yalquzaq qaçır.

Hara qaçır?
                Kimdən qaçır?
Ayaq açan gündən qaçır.
Nə dini var, nə məzhəbi,
Hər məzhəbdən, dindən qaçır.

Sürü-sürü canavarlar
Dolaşır dərəni-dağı.
Onun da qisməti budu;
Azadlığın tənhalığı.

...Darıxma təklik əlindən,
     ulama, ulu yalquzaq!
Özü öz azadlığınınəsiri,
     qulu yalquzaq.

Yoluna göz dikib indi
     bəlkə yüz tüfəng lüləsi.
Ölüm sənin sevgilindi,
     sən ölümün sevgilisi.

Sən həm ovsan, həm də ovçu,
     düşmüsən öz izinə.
Sevə-sevə öldürməkçin
     yar gəzirsən özünə.

Bu dünyada hansı sevgi
     vəfalıdı ölümdən?
Öldürdüyün səninkidi,
     kimsə almaz əindən.

Öldürdüyün səninkidi,
     elə sən də onunsan.
Bu dünyada
     ölənəcən neyləsən də, onunsan.

İndən belə arxayın gəz,
     at dünyanın qəmini.
Qorxma, heç kəs poza bilməz
     ölüm kəsən kəbini.

Bir tüfəngin lüləsində
     gizlənən quşdu ölüm.
Bir də gördün, qanadlanıb
     üstünə uçdu ölüm.

Gəldi, qondu, yuva qurdu
     ürəyinin içində.
Qanın süzüldü, qurudu
     dimdiyinin ucunda.

Göydə uçan quşlara bax,
     hərəsi öz kefində.
Kefində ol, səni Allah
     sağ saxladı bu gün də.

Başında ölüm havası
     yaşamaq xoşdu, sevin.
Sinəndəki quş yuvası
     hələ ki, boşdu, sevin.

Hələ ki, Allah göydədi,
     bir quşun qanadında.
Sən Allahın yadındasan,
     Allah sənin yadında.

Allah kimi təksən, sevin,
     tənhasan Allah kimi.
Səni alıb-satan olmaz,
     bahasan Allah kimi.

Ümidin yox dar ayaqda
     bir Allah bəndəsinə.
Üz tutub get
     lap uzaqdan gələn bayquş səsinə.

Səs ver o bayquşun səsinə sən də,
     sən də səs ver o yazığa, sevinsin
O da yalquzaqdı quşlar içində,
     özü kimi yalquzağa sevinsin.

Eləcə, ulayın ağız-ağıza,
     Allah səsinizi eşitdi bəlkə.
Sizə göy üzündən mələk donunda
     bir dost da, sirdaş da düşürtdü bəlkə.

Bəlkə özü düşdü, ay işığında
     sizə dost olmağa, sirdaş olmağa.
O tənha bayquşa “bacımsan” deyib,
     tənha yalquzağa qardaş olmağa.

Bir də qayıtmadı bu göy üzünə,
     yer üzü Allaha xoş gəldi bəlkə.
Allahsız ovçular düşdü izinə,
     ovçu gülləsinə tuş gəldi bəlkə.

...Sus, ulu yalquzaq, ulama bəsdi,
     bəsdi, çək gözünü bu göydən daha.
Yaxşı ki, bir bulud aranı kəsdi,
     yaxşı ki, çatmadı səsin Allaha...

     Amma o yalquzağın səsi göydə Allaha çatmasa da, yerdə bəndələrinə çatmışdı.
     Bütün kənd bir-birinə dəymişdi.Bu səhər o yalquzağın qorxusundan nə qoyun-quzunu otlağa buraxmışdılar, nə uşaqları məktəbə buraxmışdılar. Uşaqlar kefdəydi, amma qoyun-quzu acından mələşirdi.
     Əjdər kişigilin həyətindəki ağappaq quzu da susmaq bilmirdi.
     Ötən qış oğlu naxoşlayanda, Əjdər kişi bu quzunu üç qızdan sonra tapdığı on üç yaşlı o uşağa qurban demişdi, boynuna da bir qırmızı lent bağlayıb əhd eləmişdi ki, uşaq sağalan kimi bu quzunu kəsib qonum-qonşuya paylasın. Amma sağalandan sonra, uşaq heç kəsi o quzuya yaxın buraxmadı. Özü otardı, özü suvardı. Evdə qənd qalmırdı, hamısını o quzuya yedizdirirdi.
     Bu gün də, o ac quzuya quru-quru neçə qənd yedizdirmişdisə, yazıq heyvan indi acından yox, susuzluğundan mələyirdi. Tərs kimi, evdə içməli su da yox idi. Həyətin o başında, çəpərin qırağıyla axan arxın bulanıq suyunusa bu uşaq ömründə o quzuya içirtməzdi. Odur ki, yavaşca çəpərin qapısını açıb quzunu həyətdən çıxartdı.
     Əjdər kişigilin evi kəndin ayağında, çayın qırağındaydı. Amma bu uşaq o çayın suyunu da bu quzuya layiq bilmirdi.
     Aşağıda dumduru bir bulaq vardı. Getdilər, o bulağın suyundan əvvəlcə quzu içdi, sonra uşaq özü içdi və başını qaldıranda uşağı titrətmə tutdu.
     Canavar onların beşcə addımlığında dayanmışdı, baxırdı.

Ay Allah bəndəsi, nə qorxacaqsan,
Qorxudan titrəmə, gözümə dik bax.
Sən –
     on üç yaşında dəcəl uşaqsan,
Mən – on üç yaşında qoca yalquzaq.

Bir gündə göz açdıq dünyaya bəlkə,
Göz açıb dünyanı nə gündə gördük?
Düşdü üstümüzə
                              bir sirli kölgə,
Allahı başımız üstündə gördük.

Onun kölgəsindənecə yaşadıq?
Üz tutub Allahdan soruşaq, desin.
Ay Allah bəndəsi, biz ki yaşıdıq,
Niyə mən qocayam, sən uşaq?..
                                                Desin.

Bir tale, bir bəxt var hərədən ötrü,
Bəxtin də oyanan, yatan vaxtı var.
Yoxsa ayrı vaxt var hərədən ötrü;
Canvar vaxtı var,adam vaxtı var?!

Göydən damla-damla yağan yağışmı?
Buluddan vaxt damır –
                               yaxşı bax göyə.
Niyə quşun vaxtı quş kimi uçmur,
Qarğalar üç yüz il yaşayır –
                                            niyə?!

Bu çay da haçandı axır beləcə,
Ayları, illəri axıdır, axır.
Bu tayı gündüzdü, o tayı gecə,
Ortada bir uzun yuxudu, yuxu.

Biz də yuxudayıq bəlkə, ay uşaq,
Ayılsaq, görmərik bir-birimizi.
Mən ki, sənə dəyib-toxunmamışam,
Görən hardan gəlir
                                bu qan iyisi?!

Qorxma, sil burnundan açılan qanı,
Mən alan deyiləm canını, qorxma.
Dünyanın o gözəl, dadlı heyvanı
Gör necə kəsdirib yanını, qorxma.

Bir dön böyründəki o quzuya bax,
Baxışı bir ürkək qız baxışıdı.
Onsuz da, böyüyüb qoyun olacaq,
Elə quzu vaxtı ölsə yaxşıdı.

Ağlama, ay uşaq, tox tut özünü,
Pozma nahaq yerə kefini, kiri.
Dünya yaranandan
                          qurdla quzunun
Bir yerdə kəsilib kəbini, kiri.

Tanrı hər quzuya bir qurd göndərib,
Hər qurda bir quzu, –
                             haqq-hesab budu.
Bu cığal dünyada min ildən bəri
Bəlkə də, ən düzgün haqq-hesab budu.

Tanrı mənə yazıb
                            bu quzunu da,
Bəs səni qorxudan nədi, ay uşaq?
Sənin qorxun basıb
                              bu quzunu da,
Qorxudan qaçacaq dadı, ay uşaq.

Səni kişilikdən salar bu qorxu,
Ay kişi qırığı, axı yazıqsan.
Hələ qabaqdadı ömrünün çoxu,
Yeri get, dərsini oxu, yazıqsan.

Sən də belə qorxma ölümdən, quzu,
İnan dünyagörmüş bu yalquzağa.
Canın qurtaracaq zülümdən, quzu,
Bıçaq görməyəcək boğazın daha.

Onsuz da, hamıya bir can verilib,
Canı verən kimdi?
                             Canı alan kim?!
Sənin ölüm hökmün çoxdan verilib;
Boynuna qırmızı lent bağlanan gün.

Bilirəm, o evdə əzizlənirsən,
Hamı sevə-sevə aldadır səni.
Sənə öz ovcundan
                         qənd yedizdirən
Bu dəcəl uşaqdı cəlladın sənin.

Səni bu uşağa qurban deyiblər,
Mələ!.. vaxtın daha tamamdı, quzu.
Bu gün bu uşağın yolunda əgər
Qanın axacaqsa –
                                halaldı, quzu.

Amma nə qəşəngsən, ay canıyanmış,
Heç sənə baxmaqdan doymaq da olmur.
Həm ağzım, həm də ki, gözüm sulanmış,
Neyləyim, heç sənə qıymaq da olmur.

Sənə baxa-baxa içim yumşalır,
Elə bil ağzımda dişim yumşalır.
Qorxuram –
                  büsbütün yumşalam belə;
Heç yeyə bilməyəm indi mən səni.
Qorxuram –
                   buraxam əlimdən səni,
Bu gecə sübhəcən ac qalam belə.

…Nə oldu, ay uşaq, güldü sifətin?
Sən də sevindinmi, ay gözəl quzu?
Yox!.. Çətin ac qallam mən bu gün –çətin,
Yeri get, ay uşaq!
                              Bəri gəl, quzu!..

     Amma o quzunun addım atmağa heyi nə gəzirdi?
     O yazığı bu uşaqdan da betər titrətmə tutmuşdu, bir topa ağ bulud kimi durduğu yerdəcə yırğalanırdı. Birdən o ağ buludun üstündə elə bil ildırım çaxdı, canavar atılıb o quzunu boğazlayanda uşaq yerindən qopdu, ağlaya-ağlaya evlərinə sarı götürüldü:
     - Vay dədə!.. Vay dədəəə!..
     Bayaq bu uşaq o quzunu həyətdən çıxaranda evdə heç kim xəbər tutmamışdı. Amma indi onun hönkürtüsünə evdəkilərin hamısı bayıra tökülüşdü. Və uşaq barmağıyla gözünün yaşını silib, elə həmin barmağını da aşağıya, bulağa sarı tuşladı:
     - Canavar quzunu…
     Amma sözünü bitirə bilmədi, yenə ağlamağa başladı.
     Əjdər kişi tez girdi evə, divardan asdığı qoşalülə tüfəngini götürdü, cumdu bulağa sarı.
     Bulağın yan-yörəsindəki daşların üstündə qan ləkəsi vardı. Quzunun boynundakı lent də qopub yerə düşmüşdü. O qırmızı lent Əjdər kişinin balaca qızının idi. O lenti görəndə Əjdər kişi yaman pərt oldu; elə bil canavar quzunu yox, onun doğma qızını qaçırtmışdı.
     Əjdər kişi üzünü uzaqda görünən meşəyə sarı tutub var səsiylə qışqırdı:
     - Oğğraaşş!..
     Amma ürəyi bununla soyumadı, çaxmağı çəkib qoşalülənin iki gülləsini də göyə boşaltdı.
     O yalquzaq qaça-qaça meşəyə çataçatdaydı. Güllə səsini eşidib dayandı. Dişlərini aralayıb quzunun boğazını buraxdı; quzu şappıltıyla yerə düşdü. O yalquzaq bir ayağını ölü quzunun üstünə qoyub başını arxaya çevirdi və uzun-uzadı uladı:
     - Uuuuu!..
     Əjdər kişi uzaqdan-uzağa o yalquzağın səsini eşitdi.O səsdə bir qəribə hədə vardı; Əjdər kişinin özünə də, tüfənginə, gülləsinə də…
     Və Əjdər kişi başa düşdü ki, o yalquzaq bu tərəflərə bir də gələcək. Mütləq gələcək!Evə qayıdan kimi tüfəngi doldurub divardan asdı və arxayınca yerinə girib yatdı…

Arxayın yat –
          tüfəng durub yerində,
Tüfəngə arxayın olub
          yatır bu ev-eşik də.

Tüfəng yaman vəfalıdı –
          itdən, atdan vəfalı.
Çox evladdan vəfalı,
          çox arvaddan vəfalı.

Allahdan qorxmayan kafir
          bu tüfəngdən qorxmazmi?
Koroğlunu yıxan tüfəng
          canavarı yıxmazmı?

Yıxar!.. Yıxar!..
          bu isti yay gecəsində
                             rahat yat,
          bu tüfəngin kölgəsində
                             rahat yat.

Ulduzlarla dolub indi
          yerin-göyün arası,
Yatır o tox yalquzaq da
          gecənin bu anında,
Çıxır çıxır canındaki
          yorğunluğu, ağrısı,
Amma bütün hirsi, kini
          canındadı, canında.

Hanı sənin
Hirsin, kinin?
          bu tüfəngin içində.
Bu tüfəngin içindədi
          sənin bütün gücün də.

Səcdə qıl bu tüfəngə sən,
Uca tut onu din kimi.
Bu tüfəngin içindəsən
Çıraq içində cin kimi.

Bu tüfəngin içindəsən;
Uyuyursan xısın-xısın.
Lüləsi –
            gözündən iti,
Gülləsi –
            qolundan uzun.

Səni sevən –
            sevsin onu,
Bəndən də artıq istəsin.
Balaların “can” deyib
Bu tüfəngi əzizləsin.

Nə olsun ki, canı yoxdur,
Quru dəmirdi, taxtadı.
Onu ana doğmasa da,
Körpə kimi qundaqdadı.

Bəlkə böyüyəcək hələ,
     yüz oyundan çıxacaq.
Qundağı –
     kök atıb batacaq yerə,
Lüləsi –
     boy atıb damdan çıxacaq.
Ötüb bütün ağacları,
Qalxacaq göyə sarı.

Uşaq kimi dırmaşıb bu yaşında
          o tüfəngin başından
                         baxacaqsan
Yaxını –uzağı
                       gözdən keçirib
Sən o yalquzağı axtaracaqsan.
Və birdən
     lap aşağıda,
          bu tüfəngin dibində
               ulayacaq o yalquzaq,
Diksinizb az qala qıxılacaqsan.

Gör necə ulayır
              bu qurd oğlu qurd,
Deyəsən yenə də acıb ulayır.
Bir dərin dərə kimi
              ağzını açıb ulayır.

O dərənin dibində
              bəs o cür ağaran nədi?
Səni mələyə-mələyə
              köməyə çağıran nədi?

Fikir vermə -
     mələdikcə qoy mələsin o quzu.
Səni aldadır eləcə
     həzin-həzin o quzu.

İlan dili çıxartsa da,
     inanma, yalandı daha.
Bu qurd da, o quzu da,
     ikisi də bir candı daha.

Yıxılsan, elə bilmə ki,
     qurd özü udacaq səni.
Yox, bu qurdun qarnındakı
     o quzu udacaq səni...

     Gecə yarısı Əjdər kişi diksinib oyandı.
     Yuxuda nə görmüşdüsə qarnına sancı dolmuşdu. Ayaqyolu həyətin o başında, arxın qırağındaydı. Gündə azı üç dəfə getdiyi o yolu qaranlıqda yuxulu-yuxulu addımladı. Aftafa boş idi. Götürdü. Elə əyilib arxın suyundan doldurmaq istəyirdi ki, yerində quruyub qaldı.
     Arxın o tərəfindəki yastı çəpərin arxasından ona qaranlıqda işım-işım işıldayan bir cüt göz zillənmişdi.
     Əjdər kişi aftafadakı suyun axıb şalvarının balağından damcıladığını hiss elədi. Amma aftafanı deyəsən axı hələ doldurmamışdı.
     Tfu!..
     Yaxşı ki, bu biyabırçılığı qaranlıqda görən yox idi. Necə yəni yox idi? Bəs ona zillənən o bir cüt göz nə idi?!
     Əjdər kişi əlindəki aftafanın lüləyini o bir cüt gözün düz ortasına tuşlayıb:
     -Rədd ol!... – dedi.
     Və qəflətən qulağına o qaranlıqdan bir qəribə gülüş səsi gəldi. Əgər canavar deyilən məxluq gülməyi bacarırdısa, heç şübhəsiz ki, bu canavar gülüşüydü.
     Sonra o bir cüt göz qaranlıqda necə peyda olmuşdusa, eləcə də yoxa çıxdı. Ancaq o gülüş səsi hələ də bir xeylək Əjdər kişinin qulağından çəkilmədi.
     Ayaqyoluna dəydi, çıxdı, getdi evə sarı, amma qapını açıb içəri girmədi. Elə qapının böyründə, divarın dibindəcə çömbəlib oturdu, kürəyini divara söykəyib fikrə getdi; doğrudanmı, indicə qaranlıqda işıldayıb onu qorxudan bir cüt canavar gözləriydi? Yoxsa onu qara basırdı? Doğrusunu bir Allah bilir, amma şalvarının balağı hələ də nəm idi, qurumamışdı...
     Eləcə fikirləşə-fikirləşə Əjdər kişini yuxu apardı. Və səhər hava işıqlananda onu yuxudan bayırda qopan səs-küy oyatdı.
     İtlər hürüşdü, adamlar çığırışdı:-Kəndə canavar girib, canavar!.. Qoymayın, qaçdı!..Yolunu kəsin, vurun, öldürün!..
     Sonra bir-iki güllə səsi eşidildi.
     Və Əjdər kişi güllə kimi yerindən atıldı, evə cumub tüfəngini götürdü, qaça-qaça küçəyə çıxıb o canavarı qovan adamlara qoşuldu.
     O adamlardan da qabaqda hürə-hürə itlər yüyürürdü.
     Amma Əjdər kişi ha boylandısa, o canavarın özünü görə bilmədi....
     Əslində, o canavar özü də bu dəqiqə heç onu qovanları görmürdü. Kəndin içiynən arxasına baxmadan qaçırdı və arxadan onu qovan adamların söyüşünü, onu qovan itlərin hürüşünü eşidirdi...

Qovur, qovur səni bu it sürüsü,
Bu qorxaq itlər
                     inigid sürüsü.
Ağızları
            köpüklənə- köpüklənə,
Bir-birinə güvənib
            ürəklənə ürəklənə
                    qovur səni bu itlər.

Qaçırsan, dişini sıxıb dişinə,
hara dönsən –
                  yolu kəsir it səsi.
Qarışır it hürüşünə
                  güllə səsi, fit səsi.

Dəyib bir-birinə evlər, həyətlər
     bu nə qovhaqovdu, nə vurhavurdu?
Gör necə qudurub it oğlu itlər,
     qovur küçə-küçə qurd oğlu qurdu.

Ölüncə qab dibi yalayanların
     sən bir hirsinə bax, hikkəsinə bax.
Qapılarda quyruq bulayanların
     qabağından qaçmaq zülümdü, Allah!

Bəs niyə qaçırsan?!
                            Ayaq saxla sən,
Yeri bu həyasız sürünün üstə.
Yüz itdən birini
                        qorxuda bilsən,
Yüz qorxu gələcək
                            birinin üstə.

Qorxudan qorxu doğacaq,
     qorxu küçükləyəcək.
Zəhmin basan bu itlərin
     çoxu küçükləyəcək.

Bu kəndin hər döngəsinə,
     dalanına dolacaq,
Səni qovan adamların
     canına dolacaq
                   o qara qorxu;
Gözlərinin giləsi
     böyüyəcək qorxudan,
Tüfənglərin lüləsi
     əyiləcək qorxudan –
             güllələr yan keçəcək.
Hamı, hamı o qorxudan keçəcək.

...Bu kəndi bürüyən nədi?
     sənin qorxundu, qorxun!
Arxanca yüyürən nədi?
     sənin qorxundu, qorxun.

Səni qovan öz qorxundu,
     arxanca düşüb gəlir.
Yüz-yüz gözdə, ürəkdə
     böyüyüb, şişib gəlir.

O qorxunun qabağında
     sən balaca balasan.
O qorxudan can qurtarıb
     axı hara qaçasan?!

Axı harda gizlənəsən,
     hansı kolun dalında?
Yarpaqları tir-tir əsir
     səni görən kolun da.

Sən qaçdıqca –
     ayağının altdan qaçır
              daşlar qorxu içində.
Səni görüb –
     hürküb uçur
              quşlar qorxu içində.

O qorxudan qaçıb bəlkə
     bu gecənin rəngi də.
Bax, hava da işıqlanıb,
     çalır məktəb zəngi də.

Günəş qalxıb gör haracan,
     hər yan işıq içində.
Dörd bir tərəf ölüm saçan
     bir yaraşıq içində.

Ölüm saçır –
     çiçəklərin
              ətri də, qoxusu da.
Ölüm saçır –
     şırıltıyla
              çaydan axan o su da.

Gör bu kənddən səndən ötrü
     neçə tüfəng saxlanıb.
Güllələri sığallanıb,
     çaxmaqlar yağlanıb.

Xatalı bütün yollar;
     bağ yolu, bostan yolu,
Açıq qalan bircə yol var;
     o da, qəbridtan yolu.

Ora üz tut, ora yüyür,
     Üz tut qəbrə-gora, yüyür!..
...Ölümdən gizlənməyə,
Ölümü gözləməyə
     ordan yaxşı yer hanı?!..

     O yalquzaq yüyürə- yüyürə qəflətən səmtini dəyişib qəbristanlığa üz tutanda onu qovanlar çaşdılar. Bütün yolları kəsmişdilər, amma bu kənddə hamının gec-tez gedəcəyi bir qəbristanlıq yolu yadlarından çıxmışdı.
     Qəbristanlığı dörd tərəfdən hasara almışdılar. Ancaq darvazası açıq idi. O yalquzaq bir göz qırpıminda özünü darvazadan içəri atıb hasarın dalında gözdən itdi.
     Amma onu qovanlar darvazadan içəri keçmədilər. İtləri də qəbristanlığa buraxmadılar. Çünki o itlər bu adamlara lap canlarını qurban eləsəydilər də, yenə mundar idilər. Amma o yalquzaq bu adamların lap canını alsaydı da, yenə mundar deyildi.
     İtlər səs-səsə verib hürüşürdülər. Əli tüfəngli kişilər dirmaşıb hasarın üstdən içəri boylandılar; ancaq irili- xırdalı baş daşlarının arasında o yalquzaq gözə dəymirdi.
     O baş daşlarına neçə-neçə doğma, əziz adamın şəkli vurulmuşdu. Amma bu kişilər indi o şəkillərə heç gözlərinin ucu ucuynan da baxmırdılar. Bəlkə də, o şəkilləri görüb kövrəlməkdən, yumşalmaqdan, sayıqlığı itirib o yalquzağı əldən çıxartmaqdan qorxurdular.
     ...O yalquzaq bu qəbristandakı ən hündür baş daşının arxasında gizlənmişdi və gözlərini iri-iri açıb heyrətdən dörd tərəfə baxırdi...

Burda dörd tərəfim baş daşlarıdı,
     çaşdım o daşları görəndə, Allah.
Bu ətdən, sümükdən yaratdıqların
     yoxsa daşa dönür öləndə, Allah?

Diş kimi torpağa batıb bu daşlar,
     yoxsa diş çıxarıb bu torpaq belə?
Yoxsa bircə-bircə dadıb bu daşlar
     axırda hamını udacaq belə?

Mənə bu daşlardan neçə göz baxır,
     gör necə kinlidi baxışları da.
Elə bil indicə yerindən qopub
     üstümə cumacaq baş daşları da.

Hələ göz-göz olub hasarın üstdən
     içəri boylanan tüfənglərə bax,
Hələ hürə-hürə hasar dalında
     özünü dağıdan köpəklərə bax.

O qara tüfənglər, qara köpəklər
     gör necə susayıb qanıma, Allah.
Könlünə qurd əti düşüb itlərin,
     itlər tamah salıb canıma, Allah.

Yox, mənim canıma it dişi batmaz,
     o mundar itlərə yem olmaram mən.
Əcəlim bir itin ağzındadırsa,
     onda bu dünyada MƏN olmaram mən.

Yox, mənim qismətim güllədi, güllə, -
     indi bir quş kimi yatır yuvada.
İlahi, o quşu üstümə göndər
     atılıb tutaram onu havada.

Dimdiyi bağrımın başını yarsın,
Deşsin ürəyimi,
                          canımı alsın.
Qoy cumsun qanıma yerikləyənlər,
Qoy soysun dərimi, soysun-çıxarsın.

Qoy saman təpsinlər dərimə -
                                              saman.
Canımdakı hər ağrının, acının,
Hirsin, kinin, acığın yerinə -
                                              saman.
Parçalayıb yediyim hər qoyunun,
Içdiyim bulaq suyunun yerinə -
                                              saman.

Sonra ya bir evdə, ya bir sinifdə
     bir qurd heykəlitək qoysunlar məni.
Uşaqlar oynasın dörd bir tərəfdə,
     hərdən çırtma vurub döysünlər məni.

Hərdən sığal çəksin belimə qızlar,
     qızımın bir ilıq qız nəfəsinə.
Çıxmış gözlərimin yerinə qızlar
     bir cüt muncuq taxsın göz əvəzinə.

Baxsın dörd tərəfə
                               muncuq gözlərim,
Gecə də, gündüz də açıq gözlərim.
Baxsın –
         gözlərimdən heç nə qaçmasın,
Ən gizli sirləri bilim beləcə.
Ən fağır oğlanın, utancaq qızın
Xəlvət öpüşünü görüm beləcə.

Beləcə, dərs alım –
                              bir sevgi dərsi,
Unudum pisliyi, yamanlığı da.
Xış-xış xışıldasın, tel-tel cücərsin
İçimin qupquru samanlığı da.

Cücərsin –
              yamyaşıl çəmənə dönsün,
İçim başdan-başa çəmənə dönsün.

Otları upuzun, yupyumşaq çəmən –
     orda qurdla quzu gəzsin yanaşı.
Bütün sevənlərə o çəməndə mən
     yer verim –
                         hamısı gəzsin yanaşı.

Gəzin! Verdim sizə, verdim cənnəti!..
Yox, cənnət deyilsə -
                               bu çəmən nədi?..
...Qıraqda deyil ki qurdun cənnəti,
Qurdun cənnəti də
                               öz içindədi...

Mənim içimdədi cənnətim, Allah,
     tez ol, yetir məni o cənnətə sən.
Özün al canımı, bu sabah-sabah,
     özün ötür məni o cənnətə sən...

     O yalquzaq gizləndiyi baş daşının arxasından sıçrayıb çıxanda Əjdər kişinin gülləsi onu havada haxladı. Özü də, düz alnının ortasından dəyib bir göz qıröımında canını aldı. Sonra dörd tərəfdən atılan güllələr onun cansız bədənini deşik-deşik eləyib yerə mismarladı.
     O yalquzaq qəbristanlığın ortasında üzüqoylu düşüb qalmışdı.
     Amma heç kəs ona yaxınlaşmağa ürək eləmirdi.
     Əjdər kişi hamıdan ürəkli çıxdı, gəldi, üstdən aşağı o yalquzağın deşik-deşik olmuş bədəninə baxıb başını buladı:
     -Heyif!.. – dedi, -Dərisi zay oldu...
     Sonra ayağıyla vurub o yalquzağı arxası üstə çevirdi.
     O yalquzağın şüşə kimi donuq gözləri açıq idi. O ölü gözlər altdan yuxarı düz Əjdər kişinin üzünə baxırdı və o gözlərdə qəribə, kinayəli təbəssüm vardı.
     Əjdər kişi tez əyilib bir cüt barmağıyla o yalquzağın gözlərini qapadı. Sonra üzünü hələ də darvazanın ağzında durub içəri girməyə ürək eləməyən əli tüfəngli kişilərə tutdu:
     -Aparıb bunu basdırarsız. – dedi, - Özü də kənddən uzaqda basdırarsız... Çalasını da lap dərin qazın!..
     Və ağır-ağır yeriyib qəbristanlıqdan çıxdı, hələ də darvazanın ağzında hürüşən itlərin böyründən keçib evinə sarı getdi...

kaynak: https://www.facebook.com/notes/ramiz-rovsen/canavar-ovu-poema/302866923095918

Türkiye 5 - Rindlerin Akşamı ve Ölümü

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. 
 
Yahya Kemal Beyatlı'nın bu iki şiiri Münir Nureddin Selçuk tarafından bestelenmiş. 
Dinlenilmesi gereken Türk Sanat Musikisi örneklerinden. Rindlerin Akşamını Münip Utandı'nın 
sesinden dinleyelim.
 

Sözler ise:
Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselli ile

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sûkunlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince

Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül

Rindlerin Ölümünü ise büyük usta Münir Nureddin Selçuk'dan dinleyelim.


Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren âhengiyle.

Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal'den bu kadar paylaşmışken onun efsane Düşünce adlı şiirini de paylaşmamak olmaz.
Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,
Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok

En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.
Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

"Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
"Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.

Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.

Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar!

Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi. 

Azerbaycan 5 - Ana Kür

İsmayil Şıxlı'nın kitabı Deli Kür'den uyarlanmış olan filmin, ünlü bestekar Cahangir Cahangirov tarafından bestelenmiş şarkısı Ana Kür. İfa eden Gülaga Memmedov.


Sözleri de şöyle:
Ana Kür, yaşa, Kür.
Bir gəlinsən yatağında,
Təbiətin qucağında,
Nazənin Kür, gözəl Kür.

Həyatına bağlısan bu vətənimin.
Sən nəfəsi, odusan can gülşənimin.
Keçmişimin bu günümün aynasısan.
Bu dünyada sən arzular dünyasısan.

Sənsən həyatım mənim,
Dərdim, dərmanım mənim.
Mavi dastan Kür.
Sahilləri gülüstan Kür

İsteyenler filmi youtube'da bulabilir ve izleyebilir.
kaynak: http://www.anaveusaq.az/ana-ve-usaq/hadiseler-ve-tarixi-gunler/821-ismayl-chxl.html

Uygur 4 - Morgenland Offroad

Yüz yıla yakın zamân, bin yıl gibi geçti.
Lâkin bilmedik, ne zamân, böyle geçti.
Bekle, geleceğiz, diyenler, bizden geçti.
Zamân mı geçti, yoksa kardeş vaz mı geçti?


Morgenland Festival oldukça güzel işler çıkarmış bir organizasyon. Youtube kanallarında ilginç çalışmalar var, tavsiye ederim. Paylaşacağım şarkı şu sözler ile başlıyor.

Teklimakan'ın Tommuz (temmuz) fesli(n)de
Salam verem künün (güneş) rengine
Yavrupa'nın (y)ışıl rengine
Hava olup gülümserim


Asyanın öte ucunda, binlerce kilometre ötedeki insanları anlayabilmenin verdiği duygu gerçekten de paha biçilemez. Dili bir, kökü bir, töresi bir kardeşlerimiz hep aklımızın bir köşesinde.

Türk'ün üç gök bayrağına selam olsun. 

Kerkük 4 - Kerkük Zindanı

Yüz yıla yakın zamân, bin yıl gibi geçti.
Lâkin bilmedik, ne zamân, böyle geçti.
Bekle, geleceğiz, diyenler, bizden geçti.
Zamân mı geçti, yoksa kardeş vaz mı geçti?

Rahmetli Cem Karaca'nın hakkını vererek, kükreyerek, isyan ederek söylediği Kerkük türküsü.


Kerküğün zindanına attılar beni
Mazlumlar sürüsüne kattılar beni

Bir yanım dağladılar ateşle annem
Ne suçum ne günahım yaktılar beni

Türkmen obalarından göçen anneler
Ne yuvaları kalmış ne de haneler

Gökkubbeyi sarsar mazlum feryadım
Elbette birgün güler bize seneler


Türk'ün üç gök bayrağına selam olsun. 

Kırım 3 - Bağçalarda Kestane

Yüz yıla yakın zamân, bin yıl gibi geçti.
Lâkin bilmedik, ne zamân, böyle geçti.
Bekle, geleceğiz, diyenler, bizden geçti.
Zamân mı geçti, yoksa kardeş vaz mı geçti?


Karadeniz'in öte tarafında her yönüyle Anadolu'dan ve bizden bir parça olan Kırım. Kırım'ı, Kerkük'ü, Doğu Türkistan'ı unutanlar utansınlar.

Türküyü söyleyen Reyana Kadırova.





Türk'ün üç gök bayrağına selam olsun.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Türkiye 4 - Yeniçeriye Gazel

Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsün ser-i Firenk,
Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına.

Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı olunca ister istemez milliyetçi damarım kabardı, en güzelinden bir mehter marşı paylaşayım dedim. Sözler Yahya Kemal Beyatlı'nın Yeniçeriye Gazel adlı eserinden. Beste ise Münir Nureddin Selçuk'a ait.


Sözleri ise şöyle:

Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına 

Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına 

Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına 

Düşsün çelengi Rûm`un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk`ü gönderen yed-i takdîr aşkına 

Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına

Türk'ün yedi düvele karşı kazandığı zaferi kutlu olsun!

Azerbaycan 4 - Heyder Babaya Selam

Türki dedim, okusunlar özleri,
Bilsinler ki, adam geder ad kalar,
Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar. 


Baskıcı Fars rejimine rağmen Güney Azerbaycan'da bugün halen Türk kimliğinin sağlam bir şekilde bulunmasının en büyük etkenlerinden birisi büyük ihtimal ile Şehriyar ve onun ünlü şiiri Heyder Babaya Selam'dır. 

Şehriyar uzunca bir süre Farsça şiir yazmış ve İran'da çağımızın Hafız'ı diye anılmıştır. Rahmetli Cavad Heyat'ın aktardığı bir anektoda göre bir gün annesi Şehriyar'a der ki: "Oğlum deyirler sen böyük şair olmuşsan, amma men senin dediyin şe'rleri başa düşmürem. Beş niye menim dilimde demirsen? Biraz da menim dilimde söyle ki, men de başa düşüm." Bundan oldukça etkilenen Şehriyar, Heyder Baba dağı konulu bir şiiri yazar. Bu şiir zamanla Azerbaycanlılar için milli kimliklerini tanımlayan önemli bir araç haline gelir. Daha sonra şiirin şöhreti Türkiye, Azerbaycan ve Irak'a dek yayılır.

Şehriyar'ın kendi sesinden bu uzunca şiiri dinleyelim:


Daha sonraları bu şiirin üzerine çeşitli besteler de yapılmıştır. Bir örneğini Rubaba Muradova'nın sesinden dinleyelim.


Şiirin Arap alfabesi ile yazılmış orijinal biçimi burada bulunabilir. Türkiye'de kullanılan alfabeye aktarılmış hali ise şöyle:

heyder baba, ıldırımlar şakanda,
seller, sular şakkıldayıb akanda,
kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
selâm olsun şevkatize, elize,
menim de bir adım gelsin dilize.

heyder baba, kehliklerin uçanda,
göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,
bahçaların çiçeklenib açanda,
bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
açılmayan ürekleri şâd ele.

bayram yeli çardakları yıkanda,
novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,
ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,
bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,
derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.

heyder baba, gün dalıvı dağlasın,
üzün gülsün, bulakların ağlasın,
uşaklarun bir deste gül bağlasın,
yel gelende ver getirsin bu yana,
belke menim yatmış bahtım oyana.

heyder baba, senin üzün ağ olsun,
dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
bizden sora senin başın sağ olsun,
dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,
dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.

heyder baba, yolum senden keç oldu,
ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,
heç bilmedim gözellerin neç oldu,
bilmezidim döngeler var, dönüm var,
itginlik var, ayrılık var, ölüm var.

heyder baba, igit emek itirmez,
ömür geçer efsus bere bitirmez,
nâmerd olan ömrü başa yetirmez,
biz de vallah unutmarık sizleri,
görenmesek helâl edin bizleri.

heyder baba, mir ejder seslenende,
kend içine sesden-köyden düşende,
aşık rüstem, sazın dillendirende,
yadındadır ne hövlesek kaçardım,
kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.

şengülava yurdu, aşık alması,
gâh da gedib orda konak kalması,
daş atması, alma-heyva salması,
kalıb şirin yuhu kimin yadımda,
eser koyub, ruhumda her zadımda.

heyder baba, kuru gölün kazları,
gediklerin sazak çalan sazları,
ket kövşenin payızları, yazları,
bir sinema perdesidir gözümde,
tek oturub, seyr ederem özümde.

heyder baba, karaçemen caddası,
çovuşların geler sesi, sedası,
kerbelâ’ya gedenlerin kadası,
düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,
temeddünün uyduk yalan sözüne.

heyder baba, şeytan bizi azdırıb,
mehebbeti üreklerden kazdırıb,
kara günün ser-nüviştin yazdırıb,
salıb halkı bir-birinin canına,
barışığı beleşdirib kanına.

göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,
insan olan hancer beline takmaz,
amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,
behiştimiz cehennem olmakdadır,
ziheccemiz meherrem olmakdadır.

hazan yeli yarpakları tökende,
bulut dağdan yenib kende köçende,
şeyhülislam gözel sesin çekende,
nisgilli söz üreklere deyerdi,
ağaçlar da Allah’a baş eyerdi.

daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,
bahçaları saralmasın, solmasın,
ordan keçen atlı susuz olmasın,
deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,
ufuklara humar-humar bakarsan.

heyder baba, dağın daşın seresi,
kehlik okur, dalısında feresi,
kuzuların ağı, bozu, karası,
bir gedeydim dağ-dereler uzunu,
okuyaydım: 'çoban, kaytar kuzunu'.

heyder baba, sulu yerin düzünde,
bulak kaynar çay çemenin gözünde,
bulakotu, üzer suyun üzünde,
gözel kuşlar ordan gelib keçerler,
halvetleyib bulakdan su içerler.

biçin üstü sünbül biçen oraklar,
ele bil ki, zülfü darar daraklar,
şikarçılar bildirçini soraklar,
biçinçiler ayranların içerler,
bir huşlanıb, sondan durub biçerler.

heyder baba, kendin günü batanda,
uşakların şamın yeyib yatanda,
ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,
bizden de bir sen onlara kıssa de,
kıssamızdan çoklu gam u gussa de.

karı nene gece nağıl deyende,
külek kalkıb kap-bacanı döyende,
kurd keçinin şengülüsün yeyende,
men kayıdıb bir de uşak olaydım,
bir gül açıb ondan sora solaydım.

‘emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,
sondan durub üs donumu geyerdim,
bahçalarda tiringeni deyerdim,
ay özümü o ezdiren günlerim,
ağac minib, at gezdiren günlerim.

heçi hala çayda paltar yuvardı,
memmed sadık damlarını suvardı,
heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı
her yan geldi, şıllak atıb aşardık,
Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.

şeyhülislam münâcatı deyerdi,
meşed rahim lebbâdeni geyerdi,
meşdâceli bozbaşları yeyerdi,
biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,
fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.

melik niyaz verendilin salardı,
atın çapıb kıykacıdan çalardı,
kırkı tekin gedik başın alardı.
dolayıya kızlar açıb pencere,
pencerelerden ne gözel menzere.

heyder baba, kendin toyun tutanda,
kız gelinler hena, pilte satanda,
bey geline damdan alma atanda,
menim de o kızlarında gözüm var,
aşıkların sazlarında sözüm var.

heyder baba, bulakların yarpızı,
bostanların gülbeseri, karpızı,
çerçilerin ağ nebatı sakkızı,
indi de var damağımda, dad verer,
itgin geden günlerimden yad verer.

bayram idi gece kuşu okurdu,
adaklı kız bey çorabın tokurdu,
herkes şalın bir bacadan sokurdu,
ay ne gözel kaydadı şal sallamak,
bey şalına bayramlığın bağlamak.

şal istedim men de evde ağladım,
bir şal alıb tez belime bağladım,
gulam gile kaçdım, şalı salladım,
fatma hala mene çorab bağladı,
han nenemi yada salıb ağladı.

heyder baba, mirzemmed’in bahçası,
bahçaların turşa şirin alçası,
gelinlerin düzmeleri, tahçası
hey düzüler gözlerimin refinde,
heyme vurar hatıralar sefinde.

bayram olub, kızıl palçık ezerler,
nakış vurub, otakları bezerler,
tahçalara düzmeleri düzerler
kız-gelinin fındıkçası, henası,
heveslener anası, kaynanası.

bakıçının sözü, sovu, kağızı
ineklerin bulaması, ağızı,
çerşenbenin girdekânı, mövizi
kızlar deyer: “atıl-matıl, çerşenbe,
ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.

yumurtanı göyçek, güllü boyardık,
çakkışdırıb sınanların soyardık,
oynamakdan birce meğer doyardık,
eli mene yaşıl aşık vererdi,
irza mene novruz gülü dererdi.

novruz ali hermende vel sürerdi,
kâhdan enib küleşlerin kürerdi,
dağdan da bir çoban iti hürerdi,
onda gördün ulak ayak sahladı,
dağa bakıb kulakların şahladı.

akşam başı nahırçılar gelende,
kodukları çekib, vurardık bende,
nahır keçib gedib yetende kende,
heyvanları çılpak minib kovardık,
söz çıksaydı, sine gerib sovardık.

yaz gecesi çayda sular şarıldar,
daş kayalar selde aşıb, karıldar,
karanlıkda kurdun gözü parıldar,
itler gördün, kurdu seçib ulaşdı,
kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.

kış gecesi tövlelerin otağı,
kentlilerin oturağı, yatağı,
buharıda yanar odun yanağı,
şebçeresi, girdekânı, iydesi,
kendi basar gülüb-danışmak sesi.

şücâ haloğlunun baki savgati,
damda kuran samavarı, söhbeti,
yadımdadı şestli keddi, kameti,
cünemmegin toyu döndü, yas oldu,
nene kız’ın baht aynası kâs oldu.

heyder baba, nene kızın gözleri,
rakşende’nin şirin-şirin sözleri,
türki dedim, okusunlar özleri,
bilsinler ki, adam geder ad kalar,
yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.

yaz kabağı gün güneyi döyende,
kend uşağı kar güllesin sövende,
kürekçiler dağda kürek züvende,
menim ruhum ele bilin ordadır,
kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.

karı nene uzadanda işini,
gün bulutdan eyirerdi teşini,
kurd kocalıb, çekdirende dişini,
sürü kalkıb dolayıdan aşardı,
badyaların südü aşıb-daşardı.

hecce sultan emme dişin kısardı,
molla bağır emoğlu tez mısardı,
tendir yanıb, tüstü evi basardı,
çaydanımız arsın üste kaynardı,
kovurkamız saç içinde oynardı.

bostan pozub getirerdik aşağı,
doldurardık evde tahta tabağı,
tendirlerde pişirerdik kabağı,
özün yeyib, tohumların çıtlardık,
çok yemekden lap az kala çatlardık.

verzeğan’dan armud satan gelende,
uşakların sesi düşerdi kende,
biz de bu yandan eşidib bilende,
şıllak atıb bir kışkırık salardık,
buğda verib armudlardan alardık.

mirza tağı’ynan gece getdik çaya,
men bakıram selde boğulmuş aya,
birden ışık düşdü otay bahçaya,
”eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık,
heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.

heyder baba, ağaçların ucaldı,
amma hayıf cevanların kocaldı,
tokluların arıklayıb acaldı,
kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,
kurdun gözü karanlıkda bereldi.

eşitmişem yanır Allah çırağı,
dayır olub mescidüzün bulağı,
râhat olub kendin evi, uşağı,
mensur han’ın eli kolu var olsun,
harda kalsa, Allah ona yar olsun.

heyder baba, moll’ ibrahim var, ya yok?
mekteb açar, okur uşaklar, ya yok?
hermen üstü mektebi bağlar, ya yok?
menden ahonda yetirersen selâm,
edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.

hecce sultan emme gedib tebriz’e,
amma ne tebriz ki, gelemmir bize,
balam durun, koyak gedek evmize,
ağa öldü, tufakımız dağıldı,
koyun olan yad gediben sağıldı.

heyder baba, dünya yalan dünyadı,
süleyman’dan, nuh’dan kalan dünyadı,
oğul doğan, derde salan dünyadı,
her kimseye her ne verib alıbdı,
eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.

heyder baba, yaru yoldaş döndüler,
bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,
çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,
yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
dünya mene harâbe-i şâm oldu.

emoğluynan geden gece kıpçağ’a,
ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,
dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,
meşmemi han göy atını oynatdı,
tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.

heyder baba, kara gölün deresi,
hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,
orda düşer çil kehliğin feresi,
ordan keçer yurdumuzun özüne,
biz de keçek yurdumuzun sözüne.

hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb?
seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb?
amir gafar dam daşını kim alıb?
bulak gene gelib gölü doldurur,
ya kuruyub, bahçaları soldurur.

amir gafar seyyidlerin tacıydı,
şahlar şikar etmesi kıykacıydı,
merde şirin, nâmerde çok acıydı,
mazlumların hakkı üste eserdi,
zalimleri kılıç tekin keserdi.

mir mustafa dayı, uca boy baba,
heykelli, sakkallı, tolustoy baba,
eylerdi yas meclisini, toy baba,
hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,
mescidlerin, meclislerin görkemi.

mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,
guruldardı, buludlu dağlar kimi,
söz ağzında erirdi yağlar kimi,
alnı açık, yakşı, derin kanardı,
yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.

menim atam süfreli bir kişiydi,
el elinden tutmak onun işiydi,
gözellerin âhire kalmışıydı,
ondan sonra dönergeler döndüler,
mehebbetin çırağları söndüler.

mir sâlih’in deli sevlik etmesi,
mir aziz’in şirin şahsey getmesi,
mir memmed’in kurulması, bitmesi,
indi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,
keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.

mir abdül’ün aynada kaş yakması,
çövçülerinden, kaşının akması,
boylanması, dam-divardan bakması,
şah abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,
hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.

sitâr’ emme nezikleri yapardı,
mir kadir de her dem birin kapardı,
kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,
gülmeliydi onun nezik kappası,
emmemin de, ersininin şappası.

heyder baba, amir heyder neyneyir?
yakın gene samavarı keyneyir,
day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,
kulak batıb, gözü girib kaşına,
yazık emme, havâ gelib başına.

hanım emme mir abdül’ün sözünü,
eşidende eyer ağzı, gözünü,
melkâmıd’a verer onun özünü,
da’vaların şuhlugılan katallar,
eti yeyib, başı atıb yatallar.

fizze hanım hoşgenâb’ın gülüydü,
amir yahya em kızının kuluydu,
ruhsâre artist idi, sevgiliydi,
seyid hüseyn mir salih’i yansılar,
amir cefer geyretlidir, kan salar.

seher tezden nahırçılar gelerdi,
koyun kuzu dam bacadan melerdi,
emme can’ım körpelerin belerdi,
tendirlerin kavzanardı tüstüsi,
çöreklerin gözel iyi, istisi.

göyerçinler deste kalkıb uçallar,
gün saçanda kızıl perde açallar,
kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,
gün ucalıb, artar dağın celâli,
tebietin cevanlanar cemâli.

heyder baba, karlı dağlar aşanda,
gece kervan yolun aşıb çaşanda,
men hardasam, tehran’da, ya kâşan’da,
uzaklardan gözüm seçer onları,
hayâl gelib, aşıb keçer onları.

bir çıkaydım damkaya’nın daşına,
bir bakaydım keçmişine, yaşına,
bir göreydim neler gelib başına,
men de onun karlarıylan ağlardım,
kış donduran ürekleri dağlardım.

heyder baba, gül konçesi handandı
amma hayıf, ürek gazası kandı,
zindegânlık bir karanlık zindandı,
bu zindanın derbeçesin açan yok,
bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.

heyder baba, göyler bütün dumandı,
günlerimiz birbirinden yamandı,
birbirizden ayrılmayın, amandı,
yakşılığı elimizden alıblar,
yakşı bizi yaman güne salıblar!

bir soruşun bu karkınmış felekden,
ne isteyir bu kurduğu kelekden?
deyne, keçirt ulduzları elekden,
koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,
bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.

bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
ağlaşaydım uzak düşen elinen,
bir göreydim ayrılığı kim saldı?
ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı?

men senin tek dağa saldım nefesi,
sen de kaytar, göylere sal bu sesi,
baykuşun da dar olmasın kefesi,
burda bir şîr darda kalıb bağırır,
mürüvvetsiz insanları çağırır.

heyder baba, gayret kanın kaynarken,
karakuşlar senden kopub kalkarken,
o sıldırım daşlarıynan oynarken,
kavzan, menim himmetimi orda gör,
ordan eyil, kâmetimi darda gör.

heyder baba, gece durna keçende,
köroğlunun gözü kara seçende,
kıratını minib, kesib biçende,
men de burdan tez matlaba çatmaram,
eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.

heyder baba, merd oğullar doğginan,
nâmerdlerin burunların oğginan,
gediklerde kurdları dut boğginan,
koy kuzular ayın şayın otlasın,
koyunların kuyrukların katlasın.

heyder baba, senin könlün şad olsun,
dünya varken ağzın dolu dad olsun,
senden keçen yakın olsun, yad olsun,
deyne menim şâir oğlum şehriyâr,
bir ömürdür gam üstüne gam çalar.

Bu girdiyi de bugün denk geldiğim 1926 yılında kullanılmış Azerbaycan Cumhuriyeti bayrağı ile bitireyim.



Bayrağın üzerinde ise eski yazıyla şöyle yazıyor:

Zikr eder cinn melek hem insan
Yaşasın Devlet-i Azerbaycan
Hürr azade yaşasın hamusu
Hem hukuk olsun er ile nisvan

28 Ağustos 2014 Perşembe

Türkiye 3 - Öyle Ser-Mestim Ki İdrâk Etmezem Dünyâ Nedir

Fuzuli'nin efsane gazellerinden bir diğeri.

Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür
 
Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür
 
Vasldan çün aşık-ı müstâğni eyler bir visal
Aşıka maşukdan her dem bu istiğnâ nedür
 
Hikmet-i dünyâ vü mâfiha bilen arif degül
Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfiha nedür
 
Ah u feryâdun fuzûlî incidübdür âlemi
Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür.

ser-mest: sarhoş
sahbâ: şarap
dil-i şeyda: deli gönül
kâm: mutluluk, dilek
müstâğni: yetinen, doygun
visal: sevgiliye kavuşma
istiğnâ: nazlanma
mâfiha: içindekiler
ger: eğer

Kazancı Bedih'in yorumuyla da bu gazeli bir dinlemek gerek.



Kazancı eseri kendince şöyle diyerek bitiriyor:

Ya Rabbi bizi dûr eyleme evladı Ali'den 
Biz onların bendesiyiz severiz gâlû belîden
dûr: uzak

Kerkük 3 - Evlerinin Önü Yonca

Türk milletinin evlerinin önü temalı türkü çığırma geleneğine en güzelinden örnek teşkil eden bir Kerkük türküsü. Çeşitli sanatçılar söylemiş olsa da, en güzel ifası Nermine Memedova ve Sinan Seid'e ait.


Sözleri de şöyle:

evlerinin ögü yonca
yonca kalkmış dam boyunca
boyu uzun beli ince

ninne yarım ninne
esmer yarım ninne
ninne ninne

evlerinin ögü lale
saki doldur ver piyala
yoldaş olak düşek yola

ninne yarım ninne
esmer yarım ninne
ninne ninne

evlerinin ögü darçın
felek koymur gözüm açım (vallah açım)
seni alıp hara kaçım

ninne yarım ninne
esmer yarım ninne
ninne ninne

Burada ön kelimesinin telafuzuna dikkat etmek gerek. Eski Türkçe'de öng (nazal n) olarak söylenen sözcük Türkiye Türkçesine ön olarak evrilirken, Kerkük lehçesinde n sesi düşüp yerini g/ğ arası bir sese bırakmış.

not: hara = nere

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Coke Studio Pakistan 1 - Aik Alif

Pakistan'dan inanılmaz güzellikte bir Sufi parça. Kökünden beslenerek bugünlere uyarlanan güncel çalışmalar gerçekten de çok lezzetli oluyor. Coke Studio'da zaten bu anlayış içinde pek çok güzel iş çıkarıyor. Arada geçen Türkçede de aynı biçimde bulunan Farsça ve Arapça sözcükleri dikkatli dinlerseniz fark edebilirsiniz.

Sözlerin İngilizce çevirisini internette buldum ve kendimce Türkçeye çevirdim. Hatamız var ise affola.


Parh parh ilm te faazil hoya [You read to become all knowledgeable] 
Fazl sahibi olmak için okuyorsun

Te kaday apnay aap nu parhya ee na [But you never read yourself] 
Ama hiç kendini okumuyorsun

Bhaj bhaj warna ay mandir maseeti [You run to enter your mosques and temples] 
Camilere ve ibadethanelere girmek için koşuyorsun

Te kaday mann apnay wich warya ee na [But you never entered your own heart] 
Ama hiç kendi kalbine girmiyorsun

Larna ay roz shaitaan de naal [Everyday you fight Satan] 
Her gün şeytan ile savaşıyorsun

Te kadi nafs apnay naal larya ee na [But you never fight your own Ego] 
Ama hiç kendi nefsin ile savaşmıyorsun

Bulleh Shah asmaani ud-deya pharonda ay [Bulleh Shah you try grabbing that which is in the sky] Asmanda (gökde) olanı tutmaya çalışıyorsun

Te jera ghar betha unoon pharya ee na [But you never get hold of what sits inside yourself] 
Ama hiç kendi içinde olana ulaşmaya çalışmıyorsun

Bas kareen o yaar [Stop it all my friend]

Hepsini durdur yar (dost)

Ilm-oun bas kareen o yaar [stop seeking all this knowledge my friend]
Bütün bu ilmi aramayı durdur

Ik Alif teray darkaar [Only an Alif is what you need]

Tek bir Elif'dir bütün ihtiyacın

Bas kareen o yaar [stop it all my friend]

Hepsini durdur dost

Ilm-oun bas kareen o yaar… [Stop seeking all this knowledge my friend]

Bütün bu ilmi aramayı durdur

Allah Sayyaan Allah Sayyaan [God is Greatness, God is All]


Nee main jaanaa Jogi de naal [I shall follow the Jogi {ascetic/Sufi}]

Ben Sufi'nin yolunu takip etmeliyim

Jo naa jaane, Haqq ki taaqat [those who deny the strength of Truth]

Hakkın takatını reddene

Rab naa devey us ko Himmat [God does not give them courage]

Rab himmet vermez

Hum Mann ke darya mein doobey [We have drowned in the river of Self]

Öz benliğimizin deryasında boğulduk

Kaisi nayya? Kya manjhdhaar… [the boat and the flowing waters do not matter]

Akan su ve kayıklar bir şey ifade etmiyor

Bas kareen o yaar

Ilm-oun bas kareen o yaar
Allah Sayyaan Allah Sayyaan

24 Ağustos 2014 Pazar

Kırım 2 - Kadifeden Kesesi

Kırım büyük bir ihtimal ile herhangi bir Anadolu şehirinden daha çok İstanbul kültürü ile içe içe olmuş bir şehir. Öyle ki pek çok türkünün, şarkının Kırım'da bir çeşitlemesini bulmak mümkün. Kadifeden Kesesi de buna örnek teşkil ediyor. İstanbul varyantı her ne kadar bir oyun havası olsa da Kırım'da söylenen biçimi oldukça hüzünlü ve dokunaklı. Nida Ateş'in sesiyle:


sözleri ise:
Kadifeden kesesi
Havadan gelir sesi
Oturmuş sazını çalar nazlı da civan
Ciğerimin köşesi

Kadife yastığım yok
Odana bastığım yok
Ne basayım odana nazlı da civan
Evvelki dostluğun yok

Cengiz Özkan'ın orkestra eşliğindeki performansı da izlemeye değer.


Ve tabii ki İstanbul'da söylenen oyun havası varyantı: